YİTMEMEK İÇİN YİTİRİLMEMESİ GEREKEN VASIFLAR

    Bugünlerde İstanbul rengarenk elbisesini giymiş bizlere şölen üzerine şölenler sunuyor. Bir yanda rengarenk laleler, envai çeşit çiçek açan ağaçlar, gökyüzü ile denizin buluşup sonsuz bir maviliğe dönüşen boğaz, bir yandan da bu sonsuz maviliğin içinde süzülen, boğazın sesine ses katan martılar... İşte bu bizim İstanbul’umuz. Bir renk cümbüşüdür, bu dem. İşte bu demlerde yürek atışlarımız hızlanır. Bu demlerde başımızda ne dert varsa, yüreğimizi hangi yaralar kanatıyorsa bir kenarda durur ve bir türkü çağlar kıpır kıpır bir yürek, ılık ılık esen meltem eşliğinde çağlayan bir ses. İstanbul’un bu baharları nice şairlerin, yazarların, sanatçıların kulaklarına inceden fısıldar, onları öyle bir sarhoş eder ki bu fısıltıların etkileri yüzyıllar boyu dillere destan olur. O yaratılan sanat eserlerini her okuyan bir kez daha vurulur İstanbul’a. Buranın sakinleri de türlü türlüdür. Zengini, fakiri, dilencisi... Hristiyanı, Yahudisi, Müslümanı, Ermenisi, Ateisti... Türkü, Kürdü, Arabı, Çerkezi...  Rengarenk bahar cümbüşüne benzettiğim bu insan mozaiği için de iç kıpırdatıcı, huzur, mutluluk verici demek isterdim. ne acı ne vahim bir durum ki aynı şeyi insan mozaiği için diyemiyorum. Bu yarım ada insanı da nice sanat eserine ses vermiş, lakin ağırlıklı çıkan ses farklılıkları sindirmeye yöneliktir. Bakın baharın sizde uyandırdığı halet-i ruhiyenize sonra dönüp de bu insan mozaiğine bakın, aynı şeyleri hissetmiyorsunuz değil mi? Bunca farklılığı bir arada barındıran bu güzelim şehirde farklılıklarımızı koruyabilmemiz ne yazık ki o kadar kolay olmuyor. Mesela kimi semtler var, belirli bir zümreye hitap eder. Öbür zümreden birinin orada tutunabilmesine neredeyse imkan yoktur. Sana “Haddini bileceksin!” der bakışlar. Her ne kadar “Beni yadırgamayın.” diyen bakışlarla içinizden yalvarsanız da nafile çünkü sen görüntünle, hal ve hareketlerinle “ötekisin!” daha da lafı uzatmadan uzamaktan başka yol kalmaz sana.” Senin gibi düşünmeyen her zaman ötekidir.” Bu anlayış nedeniyle herkes bir güç yarışında. “Ben daha güçlü olmalıyım.” mantığı gözleri bürüdüğünde artık insanlığa dair sevgi, saygı, hoş görünün yerini kin, nefret, faşistçe anlayışlar alır ki bunlar da insana özgü olan düşünme yetisini bertaraf edip iç güdüleri harekete geçirir. İnsanı var eden düşünme yetisi yok olduğunda artık farklılıklar da ortadan kalkar ve insanlık da yok olma yoluna doğru koşar adım uzaklaşır. İnsanlığın yitmemesi için, böyle bir baharı andıran rengarenk bir yaşam için, insanlık vasfımızı koruyup yüceltmek için, dilimizi, kültürümüzü, kişiliğimizi sürdürebilmek için ayrıştırmayalım, yaşatalım. Çünkü kendimize ancak farklılıkların farkına vardığımızda ulaşabiliriz. Yaşamak istiyorsan yaşatacaksın. Başka da bir kurtuluşun yok. İstesen de istemesen de dünya döndüğünce bahar gelecek, çiçekler açacak, boğazda martılar süzülecek ve insanlığa dair farklılıklar hep olmaya devam edecek... yitmek istemiyorsan buna ayak uyduracaksın. Beşiktaş sahilde sonsuz maviliğe bakan bank, esen meltemin getirdiği deniz kokusu, gökyüzünde uçuşan martıların şarkısı, “güvercinlere yem” diye bağıran çingene... ve “yitmemek için yitirme” diyen içimdeki ses...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SUSAM VE ZAMBAKLAR