Şinasi
Tekin’in “Eski Türklerde Yazı, Kâğıt, Kitap ve Kâğıt Damgaları” adlı eseri üç
bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm Eski Türklerde yazının ve kâğıdın kültür
değişmelerindeki rolü başlığıdır. Bu başlık altında insanlığın Sümerler ile
birlikte yazıyla basit bir şekilde de olsa tanışma sürecini, ardından
rahiplerin otuz yıllar boyunca bini aşkın şekilden oluşan çivi yazısını öğrenme
ve öğretme çabalarının zorluğunu, Akdeniz ülkelerindeki tüccarların kısa bir
zamanda daha hızlı olmayı sağlayan yeni bir metot olan 30-40 harfli fonetik
yazı sistemine geçme sürecini anlatır. Tekin, Göktürkçenin fonetik bir yapıda
oluşturulmasının temelinde bu metottan ilham alındığını ifade eder.
Tekin, Türklerde yazının oluşma ve
yayılmasını şu sözlerle ifade eder: “ Toplum, bugünkü manada yerleşik
medeniyetin temel unsuru olan yazı yazma kültürü seviyesine henüz daha
ulaşamamıştır: Belli eylemleri, belli duyguları geniş kitlelere, gelecek
nesillere aktarmak, geçmişi onların hatırasında yaşatmak amacı ile
heykellerden, kabartmalardan ve genel manada süslemelerden ve nihayet taşa
hakkedilmiş bir alfabeden istifade ediliyor. Bildiğiniz gibi bu alfabe Göktürk
yazısıdır, Orhon alfabesidir. Türk dilinin fonolojik yapısına ustalıkla tatbik
edilmiş Sami asıllı bir alfabedir. Yani Arap alfabesiyle, Uygur alfabesiyle ve
nihayet Latin alfabesiyle uzaktan akrabadır!(15)” Tarihin ilk yıllarında
bilindiği üzere yazılı kültür yok denecek kadar az idi. Türklerin de göçebe bir
toplum olmasından dolayı yazılı kültür doğal olarak gelişim gösterememiştir.
Uygurların Mani dinini kabul etmeleri ve bunun sonucu olarak yerleşik hayata
geçmeleri ile birlikte Türklerde yazılı kültür oluşmaya başlamıştır. Uygurların
yanı sıra Tekin’in de ifade ettiği gibi ilk yazılı Türk belgeleri olarak kabul
edilen Göktürk Abideleri yazılı kültüre geçmiş olmanın kanıtı ve Türklerin
geçmişine dair güçlü kanıtlar sunan belge niteliğindedir. Belirtildiği gibi o
zamanlar yazı, matbaa gelişmediği için yazılar farklı araçlar aracılığıyla
aktarılmıştır ki Göktürk Abideleri de taşlara yontulmuş tarihi belgelerdir.
Tekin aynı zamanda Türkçenin fonolojik özelliğinden hareketle Sami asıllı
dillerle Latin ve Uygur alfabesiyle uzaktan akraba olduklarını ifade etmektedir.
Türklerin tarih boyunca farklı dinlerle tanışma süreçleri ile birlikte yazı
dillerinde de değişimler kendini göstermiştir. Bu tarihsel süreçleri Tekin üç
farklı devre ayırır. Bunların birer dönem olarak nitelendirilmesini Tekin şu
sözlerle ifade eder: “Türkler üç bölgede üç büyük medeniyet dairesi kurmuşlar
[burada verilen tarihler her devirdeki Türk yazı dilleriyle ilgilidir]. 1.
Budist-Maniheist medeniyeti (Uygur Türkleri, Doğu Türkistan, M. S. 700-1400),
2. Orta Asya Türk -İslam medeniyeti (Karahanlı Türkleri, Batı Türkistan,
1000-…), 3. Anadolu Türk-islam medeniyeti (Oğuzlar, Batı Asya, Akdeniz, Anadolu
ve Avrasya, 1200-…). Bu medeniyet dairelerinin her biri, birer yazı diline
dayanmıştır. Bir milletin yazı dili olmadan, o milletin medeniyeti kalıcı olamaz,
devamlılığını sağlayamaz. Öte yandan, devamlı yazı dilleri ancak şehirlerde,
yerleşik medeniyetin içinde oluşabilir. Bozkırda, çadırlarda teşekkül eden yazı
dilleri ya kısa ömürlüdür veya belli, dar çevrelerin malı olarak kalır ve
onların tarih sahnesinden çekilmeleriyle birlikte de tarihe karışır.
Göktürklerde olduğu gibi(17).”
Şinasi Tekin eserinin ikinci bölümüne “Eski
Türklerde Kâğıt Yapımı, Kitap Türleri ve Matbaa” başlığı ile başlar. Tekin
birinci bölümde olduğu gibi bu bölümde de öncelikle dünyada diğer uygarlıkların
kâğıt, kitap, matbaa süreçlerini ifade eder. Ardından Türk kültürünün tarih
boyunca kâğıt, kitap ve matbaaya dair çalışmalarını ifade eder. Kâğıt tarih
sonrası 200 yüzyıllarında Çinli Ts’ay LUN tarafından süzgeç yöntemiyle icat
edilmesinden sonra Türklerin de bu yöntemle kâğıt imalatına başladığı ifade
edilmiştir. Talas Savaşı’nda Müslümanlara esir düşen Çinliler ve Türkler,
Araplara kâğıt basım yöntemini öğretmişlerdir. Bu yolla süzgeç yöntemiyle
üretilen kâğıt basım tekniği dünyaya yayılmaya başlamıştır.
Türkiye’de Osmanlı devletinin kuruluşunun
ilk dönemlerinde Amasya ve Bursa’da kâğıt imalathaneleri kurulmuştur. İmparatorluğun
genişlemesine paralel olarak kâğıda duyulan ihtiyaç artmıştır. Üretim
maliyetinin yüksek olmasından dolayı 18. Yüzyıla kadar ithal etme yoluna
gidilmiştir. Tekin’in ifade ettiği bir diğer nokta ise günümüzde hala dile
getirilen “mürekkep yalamış” sözünün asıl kaynağıdır. Buna göre: “Eskiden
öğrenciler yazı öğrenirken yaptıkları her yanlışı, dilleriyle aharlı kâğıt
üzerinden mürekkebi yalayarak siler yenisin yazarlardı. Ne kadar çok hata
yapılırsa o kadar çok yalayıp silmek gerekirdi. Dilimizde okuryazarlık alameti
olarak işte bugün hala kullanılan ‘çok mürekkep yalamış’ tabiri aharlı
kâğıtların bu hususiyetiyle ilgilidir(32).” Bu şekilde düzeltmeler özel olarak
hazırlanmış yumurtalarla kaplanmış kâğıtlar üzerinde uygulanabilirdi. Özel
olarak kullanılan bu kâğıtlar zamanla devlet kademelerinde sahtecilikler
yapılmaya başlanmasından dolayı bu tür kâğıtlar güvenilir olmadığı gerekçesiyle
kullanılmamaya karar verilmiştir.
Şinasi Tekin, “Türkler, şehirlerde gerçek
manada yazıya geçince fırça kullanmamışlar, kamış kalem kullanmışlardı. Kamış
kalem fırça gibi insaflı değil; kâğıda acımasızca batar. Fırça yerine kamış
kalem kullanan Doğu Türkistan şehirlerinde buna göre kâğıt imal edilmiş; fırça
kültürünün gerektirdiği ince, zarif ve şeffaf Çin kâğıdı yerine, keten
elyafından ve pamuktan, diğer maddelerle sertleştirilmiş kalın kâğıtlar imal
edilmiştir. İşte bu tür kâğıtların her iki yüzü de kullanılmıştır. “kalem” için
kullanılan üzük kelimesi ise ‘harf ve hece’ manasından başka kamış kalem’
manasına da gelebiliyor. Ayrıca gene ‘kalem’ için Çince’den alınma biir
kelimesi var; fırça manasında fakat pek yaygın değildir. Bunun biti- “yazmak”
fiilindeki bit ‘fırça’ kelimesinin değişik telaffuzu olduğu söyleniyor(32).”
İfadeleri ile Türkler ve Çinlilerin yazıya olan yaklaşım biçimlerini açığa
vurmaktadır. Türklerin kamış kalem kullanması ve buna paralel olarak kâğıdın da
yırtılmaya karşı dayanıklı şekilde yağılması, Çinlilerin ise ipek kağıt
üzerinde fırçayı kullanması her iki milliyetin yaşam biçimlerinin yazı
kültürlerine yansımasını açık bir şekilde göstermektedir. Türkler göçebe ve
kırsal yaşam biçimini, Çinliler de yerleşik hayatın getirdiği özellikleri yazı
kültürlerine aktardıkları görülmektedir. Çin’in Türk yazı kültürünü
etkilemesini Tekin şu sözlerle ifade eder: “13. Asırdan sonra Doğu
Türkistan’da, bundan önceki asırlarda imal edilen kâğıtlar artık imal edilmez
olur. Çin’in artan tesiriyle kamış kalem, yerini fırçaya terk etmeye başlar.
Daha doğrusu kamış kalemin yanı sıra daha başlangıçtan beri hep kullanılmış
olan fırça ön plana geçer, daha çok kullanılmaya başlar. Kâğıt bu sefer yeniden
değişen yazı aletine göre farklı bir şekilde imal edilmeye başlar: İpek veya
pirinçten yapılan ince ve oldukça şeffaf kâğıtların bir tek yüzüne yazılır ve
basılır, yani arkaları boştur. Değişen yazı aleti yalnız kâğıdın türünü
değiştirmekle kalmaz yazının kendisinde de büyük değişikliklere sebep olur.
Fırçanın getirdiği kolaylıklardan biri süratli yazmak olduğu için harflerin
biçimleri de buna göre tabii olarak değişikliğe uğramıştır: bazı harfler
birleşerek tek şekle dönüşmüş, teferruatlı harfler basitleştirilmiştir. Buna,
Arap yazısının bir türüne benzeterek bir Uygur rik’ası da diyebiliriz (45).”
Türklerin tarih boyunca farklı dinlere
inandıkları tarihi sürece bakıldığında açıkça görülebilmektedir. Bu durum çağın
da gerektirdikleri doğrultusunda yazılı kültürlerine de tesir etmiştir. “Doğu
Türkistan’da Uygurların müteharrik hurufatla yaygın bir şekilde kitap
bastıklarını yani bu tarzdaki bir baskı sanatını kullanıp benimsemiş
olduklarını söylemek mümkün görünmüyor. Buna karşılık “tahta oyma baskı”
usülünü gayet mükemmel bir biçimde uyguladıklarını söylememiz mümkündür. Bu
teknik, büyük bir ihtimalle Budistlerin çok rağbet ettiği dua formüllerini,
dharani adı verilen tılsımlı hece ve kelimeleri ihtiva eden ‘büyü yapma’
metinlerini ve bilhassa her zaman ihtiyaç duyulan günah çıkarma formüllerini
çoğaltma ihtiyacından doğmuş olmalıdır (46).”
Şinasi Tekin üçüncü bölümde, “Yazma Eser
Nedir? İçi, Dışı. Üzerindeki muhtelif Kayıtlar. Yazmaların Tarihlendirilmesinde
Kâğıt Damgalarının Rolü” üzerinde durmuştur. Kağıdın hangi yöntem ve metotlara başvurularak
yapıldığını tarihi süreçte diğer uygarlıkların kağıt yapım tekniklerini ve
Türklerin kağıt üretme metotlarını ince bir dille yazmıştır. Bu süreçte kil
tabletlerden tutalım da yumurta vb. malzemelerden faydalanılarak üretilen
kağıtlar ve oymacılıktan faydalanılarak metinlerin oyma yöntemiyle yazılmasını
anlatmıştır. Tarih boyunca siyaset, ticaret,
din vb. etkenler yazının şekillenip çeşitlenmesinde önemli özellikler
sağladığını görebilmekteyiz. Tekin’inin özellikle kağıt yapım tekniklerini anlatırken
bunlara örnek olması adına o döneme ait kaynaklardan, resimlerden faydalanması
vermek istediği bilginin daha somut bir şekilde algılanmasını sağlamıştır.
Gerek indeks kısmı gerekse kaynakça kısmında teferruatlı bir şekilde verilen
bilgiler Tekin’den sonra bu alanda çalışmalar yapmak isteyen bilimciler için
oldukça önemli kaynaklar sağladığı görülebilmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder