KEMAL'İN SU İÇEN KARINCASI

     Yaşar Kemal’in “Karıncanın Su İçtiği” adlı romanı Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanan yıkımlar sonucu insanların çektikleri sıkıntılar anlatılmaktadır. Günümüzde Suriye’de yaşanan iç savaş nedeniyle nasıl ki binlerce Suriyeli kadın, çocuk, genç, yaşlı yerlerini yurtlarını bırakıp ölümden kaçtılarsa Birinci Dünya Savaşı’nda da Türkiye’nin çektiği acılar akıcı bir dille anlatılmıştır. Romanda olaylar genel olarak “Karınca adası” etrafında şekillendirilmiş. Batı’da İngilizler ve Batı devletleriyle yapılan savaşlar, Doğu’da Rus baskısı sonucu ölen, şehit düşen, katledilenlerden arta kalan insanların yaşam mücadelesi canlı tasvirlerle yaşatılmış. Karınca adası tam olarak nerede olduğuna dair romanda açık bir bilgi yoktur. Devlet bu adaya neredeyse her hafta oraya iskân olmaları için insanlar yollar, fakat gelenler kısa bir süre sonra tekrar geri dönerler. Bunun önemli nedenlerinden biri de halkın geçimlerini sağlayabilecek bir kaynağın, işin olmamasıdır. Poyraz adaya gelenleri tutmayı ister gelenlere kalmaları halinde burada balıkçılık yapılabileceğini söyler. Ayrıca farklı geçim kaynakları içn çalışmalar yapılabileceğini. Birçok güzel ve hazır evin olduğunu söylemesine karşın kadınlı, çoluklu çocuklu kayıklarla gelenler akşama kalmadan ölüm pahasına da olsa giderler. Adada Lena ana, Poraz, Melek Hatun dikkat çeken isimlerdir. Poyraz Lena’ya Lena ana der. Rum bir kadına ana demesi Lena ve Melek Hatun’unun birbirlerine kardeş gibi yakın olmaları Türk kültürü ile Rum kültürünün bir arada yaşanmasının, birbirleriyle iç içe yaşayan toplumlar olmalarının en açık örneğidir.

     Yine adadakiler dört gözle denizden yeni kayıkların gelmesini bekledikleri bir günde Musa Kazım Ağaefendi sarışın karısı ve altı tane altın saçlı kızı ile çıkagelir. Adadakiler yeni gelenlere çok mutlu olurlar. Lena ana ve Melek Hatun sofralar hazırlar. Poyraz ve diğerleri yeni misafirlerle içli dışlı olurlar. Aradan biraz zaman geçer, Poyraz Musa Kazım Ağaefendiye kalabilecekleri bir ev seçmeleri için boşaltılmış evlere onu götürür. Günler geçmesine karşın Musa Kazım Ağaefendi bir türlü bir ev seçemez. Poyraz’la konuştuklarında asıl durum anlaşılır. Musa Kazım Ağaefendi kızlarının birgün büyüdüklerinde kimse olmadığı için kurumalarından korkmasının asıl mesele olduğu anlaşılır. Poyraz daha birçokların buraya geleceğini vs. anlatıp Musa Kazım Ağaefendi’yi ikna eder. Musa Kazım Ağaefendi birgün mutlulukla İda dağına bakan çok güzel bir ev bulduğunu oraya taşınabileceklerini söyler. Türklerin Kaz Dağlarına Lena ananın İda dediği gibi Yunanistan’da yaşayan Musa Kazım Ağaefendi de İda der. Buradaki aynı şeye farklı kültürlerde farklı isimlendirmelerin yapılması da hoş görülür. Derken yeni eve taşınılır. Fakat burada kızların canı çok sıkılır. Denizden yeni insanların gelmelerini beklerler, nafile. Sonra adada yılanların olduğunu öğrenirler. Bu sefer artık tek dertleri yılanları görmektir. Musa Kazım Ağaefendi kızları için çeyiz sandıkları hazırlamış, ama adadan gitmeden açmamaları için onlardan söz almıştır. Musa Kazım Efendi’nin hala Yunanstan’a, evine, yurduna dönme umudu vardır. Zaman böyle akıp giderken adaya bir gün yine teknelerle insanlar getirilir. Bunlar da geldikleri gibi adayı keşfe çıkarlar. Bir saatte araştırma biter. Poyraz’a gideceklerini söylerler. Neden ise tarlayla, bağ bahçeyle, ticaretle uğraşan bu halkın yapacak iş bulamayacak olmalarıdır. Poyraz deniz ile uğraşmalarında ısrar etmelerine rağmen bunları da tutamaz. Buna benzer şekilde neredeyse her hafta ada dolar, boşalır. Doğu Anadolu’dan Yezidiler, Kürtler, Ermeniler buraya gönderilir. Bunlar da belirli sürelerden sonra çekip giderler. Genel olarak yaşananlar göz önüne alındığında hepsinin ortak bir noktaları var: Osmanlı vatandaşı olmaları, birbirlerine bağlı olan, birbirleriyle kaynaşmış bir toplum olmaları ( Lena ana gibi), hepsinin birlikte Kurtuluş Savaşı’nda mücadele etmeleridir. Örneğin Vasili Türklerin ağırlıklı yaşadığı Osmanlı topraklarında yaşamıştır ve Türkçe konuşur. Aynı şekilde Musa Kazım Ağaefendi Rumların ağırlıklı olarak yaşadığı bir bölgede zengin bir ağadır. O da Rumca konuşur. Bütün bu kaynaşmalar sonucunda bu savaşta sırt sırta verip çarpışmışlar aynı vatan için. Mübadele kanunu çıktıktan sonra Rumlarla Türklerin yer değiştirmesi sonucu birbirleriyle kaynaşmış halk üzerinde derin acılar bırakır. Ali Çavuş ile Hristo dostturlar. Hristo zorluklarla aldığı tekneyi mübadele olurlarken Ali Çavuş’a bırakır. Bu Ali Çavuş’ta derin bir acı oluşturur. Ali Çavuş’un bu mübadeleye itiraz etmesi sonuncunda aldığı cevaba karşılık “ Kanun, kanun! Hristo’nun bir kolu Çanakkale’de kaldı benim şu ayağımla birlikte Anafartalar’da… Bu mu kanun!” sözleri yaşanan acıları açık bir şekilde göstermektedir. Mübadele ile gidenlerin vatanın birer parçaları oldukları vurgulanmaya çalışılıyor.  Gelenler ise Musa Kazım Ağaefendi gibi bir parçaları hep orada kalmıştır. Hristo mübadele ile gidiyor, ya Çanakkale’de kalan kolu?.. Vasili’nin, Lena ananın çocukları hep Çanakkale’de şehit düşmüşer… Şehmuz da Doğu Anadolu’dan göç ettirilen bir Kürttür. O da vatanın öbür ucunda yaşanan travmaları oradaki halkın diliyle anlatıyor. Orada yaşayan Araplar, Yezidiler, Türkler bu sefer Kürt Şehmuz’un diliyle akar Karınca adasından denize…

    “Karıncanın Su İçtiği”ne genel olarak bakıldığında Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki mozaiğin savaşta yaşadıkları acılar dile getirilmiştir. Osmanlının Birinci Dünya savaşı ve sonrasında yaşanan yıkıntılar ve halkın üzerindeki etkisi açık bir şekilde gösterilmiş. Yüzlerce yıl Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan Rumların ve Batı’da aynı şekilde yaşayan Türklerin savaş sonunda zorunlu olarak topraklarından, vatanlarından edilmelerinin verdiği acı açık bir şekilde Karınca adasından anlatılıyor. Aynı şekilde Türk bayrağı altında yaşayan diğer toplumlar da benzer acılarla karşı karşıyalar. Nasıl ki Doğudan Karınca adasına gönderilen Dengbej Uso ve diğerlerinin dediği gibi onlar “toprak insanılar” toprağın olmadığı yerde edip biçmeden yaşayamazlar. Deniz onlara göre değildir. Ama savaşın zorunlu sonucu olarak Karınca adasından Rumlar göç ettiriliyor, Giritli Türkler ve diğerleri getiriliyor buralara. Aynı şekilde Türkiye’nin birer parçası olan Araplar, Yezidiler, Kürtler yer edinmiş ve hepsinin birleştiği bir nokta var; vatan uğruna mücadele etmek. Kemal, Karınca adasını Türkiye’nin bir mozaiği olarak seçmiş. Romanda savaş bütün halkların belini bükmüştür, fakat hep birlikte verdikleri mücadele sonucunda başarıya ulaşmışlar. Nasıl ki Lena’ya Lena ana denmesi, yemek sofrasında soğanın kırılıp bulgurla yenmesi Türk kültürü ile Yunanların aynı dağa anlam yüklemeleri her iki kültürün ortak noktalarını insanları bir araya getirmiştir. Ülkenin dört bir yanındaki savaşlara sırt sırta verip kurtuluşa ermeleri yine onların kültürel birliklerinin temelini oluşturur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SUSAM VE ZAMBAKLAR