İngiliz yazar ve eleştirmen John Ruskin “Susam ve Zambaklar” adlı
eseriyle 19. yüzyılın klasikleri arasında yerini almıştır. Edebiyat ve sanata
dair birçok farklı türde eser veren sanatçının dikkat çeken bir diğer yanı
Avrupa’yı gezen ve bu izlenimlerini eserlerine yansıtan bir aydın olmasıdır.
“Susam ve Zambaklar” kendi deyimiyle “ kitaplar ve kadınlar” üzerine yazılmış
iki konferans yazısıdır. İlk konferansta konu edebiyat, bilim, mimari, resim,
heykel; insan, sanatçı, doğa ve bunları bir evrende birleştiren kitaptır.
İkinci konferansta kadın ve erkek arasındaki ilişki ile kadının ve erkeğin
toplumdaki konumu üzerine önemli noktalara parmak basmış. Öyle ki sayfalar arasında
dolanırken kendimizi 19. yüzyılın kadın erkek sorunsalıyla karşı karşıya değil
de günümüzün kanayan yarası olan durumun içindeymişiz gibi hissederiz. Ve bu
noktada Ruskin’in “ Susam ve Zambaklar”ının neden klasikler arasında yerini
aldığını bir kez daha anlarız. Bu konuda soru işareti uyandıran bir diğer nokta
ise 19. Yüzyılda kadın erkek arasındaki eşitsizliğin üzerinde bu kadar
durulmasına rağmen günümüzde yani 21. yüzyılda da tüm canlılığını sürdürüyor
olmasıdır.
“…kitaplarda gizli olan hazinelerden, onları nasıl elde ettiğimizden,
nasıl yitirdiğimizden bahsedeceğimi hemen anlayacaksınız( Sf. 65 ).” Tarih
boyunca insanlık meramını anlatmak için bir araca ihtiyaç duymuştur ve bunun
sonuçlarından biri de kitaptır. Yüzyıllardan günümüze aktarıla gelen her ne
varsa yazıyla, kitapla gerçekleşmiştir. Ruskin dün kitaplardan hazinelerden,
onları elde etme şeklinden ve yitirilişinden bahsetti. Kendinden önceki
kitaplardan ve içlerindeki cevherlerden beslendi. Yok oluşlarına da tanık
olduğu bu hazin neticenin küllerini bize aktardı. Aslında yazar burada “ben
görevimi sana devrediyorum, yitirilen bir hazine var. Kurtarabildiklerimi sana
aktarıyorum ve senin görevin de bu hazineyi zenginleştirip bir diğerine
aktarmaktır.” demektedir. “Bir kitabı
okuduğunuz takdirde öbürünü okuyamayacağınızı, bugün kaybettiğiniz şeyi yarın
kazanamayacağınızı biliyor musunuz?” hayat tercihlerden ibarettir. Her kazancın
bir kaybı gerektirdiği ve aynı zamanda şu anki kaybın peşine düşmektense şu
andan elde edilebileceklere odaklanmak gerektiği ifade edilmiş. İnsan birdir ve
bir kişi aynı zamanda iki farklı yerde olamayacağı gibi aynı zamanda içinde
bulunduğu zamanının değeri ancak o zaman içinde değerlendirildiğinde anlam ve
değer kazanır.
Toplumda istediği eğitimi alamamış anne babalarda dikkat çeken en önemli
noktalardan biri çocuklarını kendi okumak istedikleri alanlara yönlendirmeleridir.
Bir anlamda kendi yaralarına aradıkları yara bandı çocukları oluyor. Yarış atı
gibi sınavdan sınava koşturulan, okul saatleri sonrası özel eğitimler,
arkadaşlarından daha “fiyakalı” olmaları için en son teknolojik araçlarla
donatılan ve çocukluğa dair olmayan her ne varsa çocuklarının “geleceği” için
sunan aileler her geçen gün artarak devam etmektedir. Ruskin bunun en güzel
açıklamasını daha 19. yüzyıldan yapar, “…anne babalardaki (bilhassa annelerdeki) "çocuklarının
hayatta edinecekleri mevki" düşüncesinin diğer düşüncelere baskın olması
dikkatimi çekti. ‘İnsanı okumak kurtarır’ sözü bu durumu çok iyi örnekler.
Anladığım kadarıyla yazanların birçoğu iyi bir eğitim peşinde değiller. Hatta
öğretimin doğruluğuna bile önem vermiyorlar. Asıl önemsedikleriyse; çocuklarının
karnı tok sırtı pek olmaları, varlıklı evlerin kapılarını kendilerine güvenerek
çalabilmeleri ve nihayetinde kendilerinin de böyle bir eve sahip olabilmelerini
sağlayacak bir eğitim (Sf. 66 ).”
Günümüzde
de güncelliğini artarak devam ettiren bir diğer konu insanların statü, şan,
şöhrete duydukları karşı konulmaz arzularını karşılamak için yapmayacakları
şeyin olmamasıdır. Kimi koltuk sevdası için karakterini yani onu var eden insan
olma vasfını gözünü kırpmadan verebilmektedir. Yani birey başkasının gözünden
onurlu olarak görülmek için onurunu bir kenara bırakabilmektedir. Ruskin, “
‘hayatta ilerleme’ düşüncesi; dikkat çekici olma, başkalarının saygıdeğer veya
onurlu sayıp onayladığı bir mevkide olma olarak anlaşılıyor. Bu ilerlemeyle genelde
para kazandığımızı değil, kazandığımızın bilinmesini; büyük bir hedefi
gerçekleştirmeyi değil, gerçekleştirdiğimizin bilinmesini kastediyoruz. Kısacası
beğeniye olan açlığımızdan duyduğumuz hazzı kastediyoruz. Bu açlık asillerin
son zaafıysa iradesizlerin ilk zaafıdır ve genellikle orta sınıfın en kuvvetli
itici gücüdür( Sf. 67 ). “Bizdeki bu itici gücün ‘hayattaki ilerleyişin’ ana fikri
olması, bulunduğumuz konumdan ‘iyi topluma geçiş’ dediğimiz ilerlemenin
sonucudur. İyi bir topluma dahil olmak istiyor. Aslında dahil olmak değil, öyle
görünmeyi arzuluyoruz ve bu arzumuz böyle görünmenin dikkat çekiciliğinden
kaynaklanıyor ( Sf. 68 ).” Şeklinde çağlar boyunca insanın insan olma onurunu
nasıl da bir hiç uğruna yok ettiğini göstermektedir.
Okur olarak birçok kişinin okuduğu
kitapların sayfaları arasında kendini bulduğunu söyler. İtiraf etmeliyim ki
benim de kimi zaman benzer düşüncelere kapıldığım oluyor. Tutunamanlar’daki
“Selim İleri”yi her okuyan kendinden mutlaka bir parça bulur ya da bulmak
istediği için bulduğunu iddia eder. İşte bizlerin kitaplardaki anlatılanlarla
özdeşleşme merakımız ya da ihtiyacımızın altında yatan gerçeği Ruskin şu
sözlerle çarpıcı bir şekilde önümüze serer, “Birçoğumuz bir kitap için ‘Ne
güzel bir kitap bu, tıpkı benim düşündüğüm gibi’ deriz, oysaki asıl düşünce şudur;
‘Ne garip bir kitap bu, daha önce hiç böyle düşünmemiştim oysa şimdi anlıyorum
ki ne kadar da doğru ya da şimdi anlamasam da umarım bir gün anlayacağım.’ Kabul
edin veya etmeyin, en azından kendi düşüncelerinizi bulmaya değil, yazarın düşüncelerini
anlamaya çalışacağınıza da emin olun ( Sf. 76 )” ve insanı fiiliyatları üzerine
bir kez daha düşünmeye sevk eden bu sözleri dikkate alarak şimdiye kadar
okuduğumuz her ne varsa belki tekrar okumak gerekir.
Medya iletişim araçları günümüzün en önemli kitle iletişim araçlarıdır.
Bu iletişim araçları bir anlamda insanların işini kolaylaştırırken öbür yanda
eğitim alt yapısı düşük olan kitlelerin yönetimi için kötü niyetli insanlar
için önemli bir silah haline gelmiş durumda. Öyle ki oturduğu koltuğundan
dünyanın dört bir yanındaki insanların hayatlarına mal olabilecek kararları bir
tuşa basarak verebiliyor. Bu ciddi tehlikelerin önüne geçmek için insanları
hipnotize eden güçlerin gücünü kıracak faaliyetlere yönelmek gerekir ki bunun
temeli de bilindiği üzere ciddi bir eğitimdir. Ruskin’in ifade ettiği gibi, “Çoğu
zaman sanki nezleye tutulmuşçasına duygulanır ve sürü psikolojisiyle düşünürler.
Kimi zaman öyle ufacık bir şey onların kükremesine yeterliyken, kimi zaman öyle büyük sorunları
bir saate kalmadan unuturlar. Öte yandan bir beyefendinin veya asil bir
milletin tutkularıysa adil, ölçülü ve süreklidir. Örneğin (…)iki sene boyunca
savaşın sadece pamuk fiyatlarını ne kadar etkilediğini dikkate alarak, hangi
tarafın haklı olduğuna aldırış etmeden evlatlarının birbirlerini katletmelerine
göz yummaz ( Sf. 99 ). Asil bir millet sürü psikolojisine kapılmaz basit
olayları insandan daha değerli kılmaz. Ruskin’in asil olarak ifade ettiği
kesimi günümüz diliyle “aydın” olarak ifade etmenin savunulan görüşe daha uygun
olacağını düşünmek gerekir.
Yıllardır oturduğumuz mahallede her geçen gün mağazalar, alışveriş
merkezleri, kafeler artarak açılmaktadır. Öte yandan kitabevleri bir elin
parmağını geçmez. Yıllardır hala mahallemizin bir kütüphanesi yok. İşte kitaba
ve dolayısıyla düşünme yetimize yapılan yatırım bundan ibaret. “Edebiyata
harcanan parayla lükse harcanan parayı kıyaslasak, durum ne olur dersiniz?
Şimdi, beden için değil zihin için yemekten bahsedeceğiz. İyi bir kitapta bitip
tükenmek bilmeyen yiyecekler vardır. Onda vücudumuzun en mükemmel kısmı olan
kafamız için ömür boyu yetecek kadar yiyecek vardır. Yine de çoğu kişi kocaman bir
kalkan balığına vereceği parayı iyi bir kitaba vermeden uzun uzun düşünmekten
alamaz kendini. Öte yandan dişinden tırnağından artırdıklarıyla kitap alan insanlar
vardır, yine de bu harcamalar birçok kişinin akşam yemeği harcamalarından çok
daha ucuzdur ( Sf. 102 ).” Kitaplar gerçek dünyanın kapılarını aralamamızı
sağlayan, içinde bulunduğumuz duruma durup bakmamızı sağlayan önemli “zihin
açar”lardır. Ama işin ilginç yanı insanı yöneten asıl uzva yatırım yapmak
yerine vücut için çok da gerekli olmayan şeylere yapılan harcamadır. Acı olan
nokta şudur ki kitaplara yapılan yatırım yani zihne yapılan yatırım artık
ilginç gelmeye başlamıştır.
Yaratılıştan günümüze kadar kadın ve erkek arasında her zaman bir güç
yarışı olduğu görülmektedir. Çoğunlukla erkek kadından üstün görülmekte bu
üstünlük doğrultusunda her iki cinse “üstünlüklerine” uygun roller
verilmektedir. Bunun sonucu olarak da tarih boyunca –eşit oranda olmalarına
rağmen- kadınlar özgür bir birey olarak toplumdaki yerini alamamıştır. Bu
durumu pekiştirecek bahaneler kimi zaman dini gerekçelere dayandırılmış, kimi
zaman aradaki fiziki güç dayanak olarak gösterilmiş ve neticede hala bu her iki
cins arasında ciddi anlamda yaşam farkı olduğu görülmektedir. Ruskin bu konu
üzerine şöyle eğilmektedir, “Kadının ve erkeğin doğasındaki ilişki, zeka
kapasiteleri ve meziyetleri şimdiye kadar hiç böylesine kesinkes kabul
edilmemişti. Sanki görevleri ve hakları erkeklerinkinden ayrılabilirmiş gibi,
kadınların görevleri ve hakları hakkında bir şeyler duyuyoruz. Sanki karı koca
birbirinden bağımsız farklı türde yaratıklarmış gibi teklif edilemez savları işitiyoruz.
En azından bunlar yanlıştır. Az biraz yanlış değil aksine aptalca bir yanlışsa,
(kanıtlamayı umduğum şey bu) bir kadını kocasına koşulsuz şartsız bir köle gibi
boyun eğmeyi borç bilen ve güçsüzlüğüyle kocasının üstünlüğünü kabullenen bir
hizmetçi ve bir gölge olarak görmektir. Demek istediğim, kadınlara ilişkin en
aptalca yanlış onları erkeklerin yardımcısı bir varlık olarak görmektir. Sanki
bir gölge ya da bir köle ona gerçekten yardım edebilirmiş gibi ( Sf. 135 ). Erkek, erkek olduğu kadar kadın da kadın
olduğu kadar kadındır. Her iki cinsin bir birbirinden farklı ve birbirini
bütünleyen nitelikleri var. Bir kadın olmadan bir erkeğin var olamayacağı gibi
bir kadının olabilmesi için bir erkeğin varlığına ihtiyacı vardır. “Bir
cinsiyetin ötekine, sanki benzer şeylerle kıyaslanabileceklermiş gibi,
üstünlüğünden bahsederek aptallık ediyoruz hem de haklı çıkarılamaz bir aptallık.
İkisinin de bir diğerinde olmayan, birbirini tamamlayan bir diğeriyle
tamamlanan yanları var. Hiçbir benzer yanları yok ve ikisinin de mutluluğu ve
mükemmelliği, karşılıklı olarak verebilecekleri şeyleri isteyip elde
edebilmelerine bağlıdır ( Sf. 148 ).” Sözleriyle Ruskin dilimize, düşüncemize
tercüman olmakta.
Ruskin “ Susam ve Zambaklar” la 19. Yüzyıla ışık tutarken arada geçen
asırlara rağmen insanların değişmesi, bilimin, uygarlığın biraz daha gelişmiş
olması ve bunun insan hayatına yansıması sonucu daha olumlu sonuçlar beklerken
geçmişteki sorunların tekerrür ettiğini görmek gerçekten oldukça şaşırtıcı bir
durum. 19. yüzyılın ebeveyninin duyduğu telaş, sürü psikolojisiyle
uyutulan/yönetilen toplumlar, kadın ve erkek eşitsizliği üzerine hala artarak
devam eden tartışmalar, hala kitaplara para yatıranlara şaşırtıcı bir şekilde
bakmalar… yani çağlar değişiyor, bilim ilerliyor, uygarlık çağ atlıyor ama
temel sorunlar sanki bir hayvan türünün ona özgü iç güdüsüymüş gibi bizimle
birlikte, yürümekte çağdan çağa…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder