YAZI İLE TURA ARASINDAKİ MESAFE KADAR

    Bekliyorum, onlarca yıldır salıverilmeyi ya da sallandırılıverilmeyi. Hangisini mi tercih ederim? Doğrusunu isterseniz ben de henüz karar vermedim. Belki ondandır her duruşma öncesi alırım elime 1YTL’yi yazı mı tura mı gelir diye atarım. Ama her zaman olduğu gibi hangi tarafın salınma için hangi tarafın ise sallandırılma için seçtiğimi bir türlü hatırlayamıyorum. Ne! Yalan mı söylüyorum! Ben koskoca adam dürüst ve namuslu olan ben mi yalan söyleyeceğim? Üstelik sallandırılmaktan korktuğumu düşündüğünüzü hissediyorum. Ama böyle bir şey olamaz, değerli baylar ve bayanlar. Ölüm bir bitiş değil, bir başlangıçtır. Üstelik sonsuz güzellik ve nimetlerin olduğu, sallandırılmanın olmadığı muazzam bir yaşama açılan kapı olabilir pekâlâ. Aslında pekâlâ olabilir demek belki doğru değildir. Muhakkak olur demek dini bütün Allah kulları için daha yerinde olur. Dini bütün Allah kulları muhakkak der. Çünkü bizi yoktan var edeni ve vardan yok edecek olana, yaratıcıya, inançları tamdır. Emir ve yasaklar için en iyi uygulayıcılar onlardır. Elhamdülillah dini bütün Kullardan olduğum için kalbim ve gönlüm de huzur içindedir. Hem kalp gözü açık her insan bilir ki hak yolunda olan hiç kimse Allah’ın yasakladıklarına el uzatmaz, onlara yan gözle bakmaz. Ben ömrüm boyunca hep Allah korkusuyla yaşamış, ibadetlerini yerine getirmiş (soğuk kış günlerinde aptes alırken bıyıklarım, sakallarım, bilmem nerelerimden akan sular sarkıta dönüşse de bir vakit bile namazımı kaçırmamış ben) derin bir ahlaka sahip ender adamlardan biriyim. Yaşadığım müddetçe de namuslu bir adam olarak  Allah yolunda yolcu olmaya devam edeceğim. Hep alnım ak bir şekilde yürüyeceğim, caddelerde, sokaklarda… Sallandırılırsam ak alnımı sokak ve caddelerde nasıl gezdireceğim diye düşünmüyor değilim. Belki de sallandırılmayacağım. Sallandırılmak bir tura kadar uzak geliyor. Salıverilmek yazı kadar… Onu değil de benim canımı sıkan durduk yere kelleyi uçurtmak. O ifrit, kör olasıca, Allah belasını veresice kara şeytan, Havva annemizin kanına girmeseydi, bu sebeple Âdem babamız Adem olmayaydı ben de şimdi ak alnımı dosta düşmana göstere göstere kösele kunduralarımla hapishane koridorları yerine engin gökyüzünün altında meşhur mahalle meydanın Arnavut kaldırımlarını takırdata takırdata bir aşağı bir yukarı gider gelirdim. Kör olasıca şeytan öyle pis emelleriyle Havva annemize musallat olmayaydı bu dünyamız, bu hayatımız da geçici olmazdı. Hem o ne öyle “imtihan dünyası” biz talebe miyiz k! Zaten bizi yaratan da yok edecek olan da Allah değil mi? Bizim kaderimiz biz daha doğmadan çizilmiş yüce yaratıcı tarafından. Değil mi? Madem öyle imtihana ne hacet? İşte böyle cahil cahil konuşup Allah’u tealanın bize bahşettiği bu kudretli nefesi salak salak fikirlerini o şom ağızlarından döke döke tüketiyorlar. Halbuki bilseler şu ayet-i kerimede geçen derin anlamı bir daha o koca başlarını elleri arasına alıp sonsuz tefekkürlere sevk olunurlar da neyse. Ayet-i kerime ha? unuttum, yazı-tura ata ata unutkanlık bende bir kader oldu çıktı. ( Mezar taşlarındaki isimleri okumak da hem unutkanlık yapıyormuş hem de ömrü kısaltıyormuş, öyle diyorlar. Ben haksız yere bu deliğe tıkatılmadığım dönemlerde ne zaman o Osmanlı İmparatorluğunun şanına yakışır kavuklu, üstü Osmanlıca harflerle yazılmış mezar taşlarının yanından geçsem, gencecik ömrüm durduk yere solmasın diye gözlerimin tekini kapatır, öbürüyle de yolumu aydınlatmak niyetiyle ahreti de unutmamak için şu kavuklulara da Fatiha Suresi okuya okuya geçerdim. Allah da her defasında bana yardım eder ve ayağım hiç kaymadan tek gözle aydınlattığım yolda gider gelirdim.) Şimdi aklıma geldi şu mübarek ayeti kerime: “Hiç şüphesiz, Biz her şeyi kader ile yarattık” (Kamer Suresi, 49). der.  Şükürler olsun ki şeytanın bizim atalarımıza musallat olup onların cennetten kovulmalarına neden olduğunu biliyorum.  Ayrıca ifrit şeytanın cehennemin o yıkanmamış ateşine bizi çekmeye çalıştığını da biliyorum. Hayatın sonlu olduğunun bilincinde olan ben hakkımız olan cennetin sonsuzluğuna kavuşmak için ne şeytana ne de şeytan kılıklılara pabuç bırakma niyetinde değilim.  Belki de salını verilirim, kim bilir. 
    İlkin buraya tıkıldığımda her an çıkmaya hazır oldaydım. Nasıl olsa namusluyum, ekmeğimi alın teriyle kazanmış adamım. Kime ne  zararım olacak ki. Bağımsız ve demokratik bir ülkenin adam gibi adamıyım. Elbet suçsuzluğum bir an evvel anlaşılacaktı. Derken baylar ve bayanlar bugün tam on beşinci geliş yılımdayım. Biraz daha yaşlandım, yılda bir görebildiğim kızım yirmi üçüne basıyor. Ben buradayım. Ama yalnız değilim. Kendimi yalnız hissettiğim zamanlarda bile hiç yalnız değilmişim. Sadece hücredaşım biraz uyanıkça davranmış, iyi saklanmış yani. Kimi zaman sabahlara kadar felsefe, din, ahlak ve en çok da edebiyatı tartışırız. Bakın işte yine unuttum başta söylemem gerekeni. Hücredaşım diyorum, çok iyi saklanmış. Benim ranzanın arka kısmı, şu kapının tam karşısındaki duvarın en alt dibi var ya, hani İngiliz tarzı evlerin parke ile duvarların kesiştiği yerde süpürgelik dizerler ya işte onun gibi lüks bir yer olmasa da kendince bir yer ayarlamış. Kafa yapımız çok da uyuşmasa da yıllar olmuş bir arada yaşayalı. Alıştık birbirimize okuduğum dualara kimi zaman o da iştirak eder. Benden önce de birçok hücredaşı olmuş. İçlerinde en çok unutamadığı biri varmış. Ne zaman hücrem sessizliğe bürünse,
Geldiğimizde otlar yemyeşildi
Ve kuzeydeydi güneş
Kömür deposu boşaldı işte
Mamak’a sonbahar geldi
Güneş altında tutsaklar
Geçen sonbahara bakıyorlar
Şirin mi şirin gecekondu evleri
Samsun asfaltında otomobiller
Ne güzeldir yollarda olmak şimdi
    Dizeleriyle iştirak eder rutubetin kemirdiği ömrüme. Bunu çok sevdiği bir hücredaşı yazmış ona. Sözleşmişler. Önceki hücredaşının bu sözlerini sonsuza dek sessizliği öldürmek için dillendirmeye. Çünkü sessizlik en ölümcül hastalıkmış. Ölümsüzlük için dillendiriyor bu rutubet kokan paslı duvarlar arasında. Ben de sessizliğin ölümcül çığlığını başımdan savuruşunu minnetle dinlerim.
     Hücredaşımın sıkıntısını gidermek için ve bir de baba olduğumu, hala beni bekleyen birilerinin var olduğunu hissetmek için Doğa’nın, yani benim kızımın bana yolladığı son mektubu okuyorum, gururla;
    “ Sevgili babacığım, uzun zamandır sana mektup yazmaya fırsat bulamadım. Bunun için üzgünüm.  Kırk birinci yaş günün kutlu olsun. Sana hücrende zamanın değerini dikkate alarak yaşaman ve bir an önce özgürlüğüne kavuşman temennisiyle kum saati yolluyorum. Sana iki önemli haberim var. Sen gittiğinden beri hep yalnız başıma hayatta tutunmaya çalıştım. İyi bir okulda okumak, iyi bir iş kadını olmak, çok zengin olmak, iyi bir eş, iyi bir anne… Her neyse bunların hiçbiri benim hayatımı yansıtmıyor, biliyorsun. Doğrusunu istersen böyle bir hayatta olsaydım mutlu olur muydum bilmiyorum. Mektubuma serzenişte bulunur gibi başladım, aslında bir serzenişte bulunma amacında değilim. Tam olarak anlatmak istediğim hatırlarsan bir ara sana Timur diye bir çocuktan bahsetmiştim. Tiyatroculuk yapıyordu. Biz onunla ayrıldık. Belki de hiçbir zaman bir araya gelememiştik. Sadece birlikte olduğumuzu zannettik. İnsan belki de hiçbir zaman hiç kimseyle bir araya gelmiyordur, kendiyle bile, değil mi? Timur benim dünyama hitap etmedi, hiçbir zaman. Belki de asıl aradığım Utku’dur. Bulmak için aramak gerekmez mi sevgili babacığım? Sonucu anlamlı kılan süreç değil midir? Utku, Timur’un arkadaşı. Kendisi ressamdır. Ama Timur ile iki medeni insan gibi ayrıldık. Hatta Timur oluşturduğu bir tiyatro oyunu için benle Utku’unun oynaması için teklifte bulundu. Doğrusunu istersen Utku ile aynı oyunda yer almak beni mutlu etti. Hayat felsefelerimiz uyuşmasa da senin hoş görüne sığınarak paylaşmak hayatımı, beni sana yaklaştırıyor. Bu arada tiyatro oyunumuzun hoşuma giden bir kısmını sana gönderiyorum. Bu sahnede yankılanan bir sestir. Oyunun tamamını ve rollerimizi göndermiyorum. Onu senin doldurmanı istiyorum. Dünyanda. ‘Amor Fati! Kadere inanır mısınız Niyazi bey? Ben inanırım. Utku da inanırdı. Olası benlerinden bir tarikat kurmaya çalışıyordu. Karısı Güntülü’ye ok atmamak için Mete Han’ın emirlerine karşı gelerek idam edilen Selim Pusat’tı. Sanatında mükemmelliğe ulaşabilmek için ruhunu Lucifer’e satan atonal müziğin temsilcisi Arnold Schonberg’di. Kara delikleri keşfeden son astronottu. Nişantaşı’nın kaldırımlarında Rüya’nın izini süren Galip’di. Hastane odasında Doğa’nın karşısında diz çökerek ruhunu teslim eden cesur şövalyeydi…’ Sanırım  bu kadar ipucu yeter babacığım. Mektubumu  uzattıkça uzatıyorum. Ne kadar da paylaşmak istediğim anlarım varmış senle! Utku’dan benim bu yaşımı, bu güzelliğimi muazzam bir sanat eserine nakşetmesini istiyorum. Düşünsene babacığım, asırlar bile geçse benim resmim en nadide eserler arasında sonsuza kadar yaşayacak. Belki bu hayatta istediğimden emin tek şey beni sonsuzluğa taşıyacak bir portredir. Bunu henüz Utku ile konuşmadım. Senin kızının da hayatından bir parça böyledir. Fırsat buldukça yazmaya devam edeceğim.
Seni seven kızın Doğa”
    Mektubu alışımın beşinci yılı oluyor. Sanırım Doğa henüz fırsat bulamadı hayatından başka anları alıp yollamak için. Ne kadar da babasının kızı! Doğa’nın bu arayışları beni ilk gençlik yıllarımın Alaaddin’i aradığım döneme götürdü. Ne kadar da aramıştım Alaaddin’i. Konuşmaları sürekli kafamın içinde yankılanıp dururdu. Yorulup uyumaya gittiğim anda bile beni bırakmazdı. Bir gün Alaaddin’in bu amansız çağrılarına kulak asıp düştüm yollara. Ta ki o otel lobisindeki görevli kadınla karşılaşana kadar. Alaaddin öldürülmüştü. Bu olamazdı, bana ihtiyacı olan Alaaddin’in kime ne zararı olabilirdi ki. Öldürmeleri yetmemiş bir de kocaman bir taşla kafası yarılıp kuyunun dibine atılmış. Alaaddin’in Frenk usülü minyatürlerde gözü yoktu oysaki. Alaaddin’inin gönlünü, acısını, özlemini kimse benim gibi bilemezdi. Belki bundandı sürekli beni kuyunun dibinden kurtar, katilimi bul diye serzenişte bulunması.
    Ben unutkanım, bilirsiniz. 1 YTL’nin hangi yüzünü salıverilmek hangi yüzünü sallandırılıverilmek yaptığımı hatırlamıyorum. Ölüm bir anlamda sonsuzluğa açılan kapıdır. Salıverilmeksallandırılıverilmekyazıturaarasındakimesafekadardırhayat. Ben de herkes kadar namuslu ve herkes kadar masumum.  Hücredaşım tanığımdır.
 Demek ki korkmamı gerektirecek bir şey kalmadı geriye. Çizilmiş bir yol var. Sonsuzluğa erişmek için sonu bırakmak en hayırlısıdır. Kadere çizileni silmeye çalışmak hangi kulun haddinedir, haşa! 

Hem demokratik, insanlıkla, insan haklarıyla donatılmış canım vatanımın kanunları er ya da geç masumiyetimi tespit edeceklerdir. Salıverilmeksallandırılıverilmekyazıturaarasındakimesafekadardırhayat

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SUSAM VE ZAMBAKLAR