Postmodern edebiyatta tek bir boyut yoktur. Bir edebi eser inişler
çıkışlar, zıtlıklar, kaygan çizgilerle ilerler. Kimi zaman kendini başka
eserlerle harmanlayıp karşımıza çıkarır. Nitekim Orhan Pamuk’un Benim Adım
Kırmızı adlı romanında birçok alıntıya, farklı metinlere yer verildiği
görülmektedir. Pamuk, romanına Kuran’dan aldığı üç sure ile başlar. Kitabın
girişinden aldığım bu surelerden biri de Bakara suresinden bir kısımdır. “Bir
adam öldürdüler ve aralarında tartıştılar. (Bakara, 72)” postmodern edebiyatın
önemli bir özelliğini yansıtır bu metinlerarasılık boyutu. Surenin içeriğine de
baktığımızda romanın vermeye çalıştığı mesajla paralellik gösterdiği görülür.
Konu bir nakkaşın öldürülmesi ve kuyuya atılmasıyla başlar. Girişte de
Kuran’dan alınan ölümle ilgili bu sure ile okuyucu metnin iç yapısına
hazırlanmaya çalışılmış. Romanın sayfaları arasında ilerledikçe olağan olmayan
birçok boyut daha gözler önüne serilir. Kitap elli dokuz bölümden oluşur. Her
bir bölümde farklı bir karakterin dilinden, gözünden olaylar anlatılır. Böylece
her bir karakterin dünyasından yaşanan olaylar etraflı bir şekilde kendini
gösterir. Her karakter kendince haklıdır, yaşanan olaylar karşısında. Bölümler
Arasından dikkat çeken bir diğer nokta, “Ben Ölüyüm, Ben Köpek, Ben Bir Ağacım,
Ben Para, Benim Adım Ölüm…” gibi isimlendirmelerdir. Normal şartlarda bir
köpeğin, bir ölünün ya da paranın konuşması söz konusu olamaz. Sanırım Pamuk’un
da yapmaya çalıştığı şey de bir nevi parodidir. Bir başka deyişle okura romanın
gerçek olmadığını her bölümde adeta haykırır. Postmodern romanın
özellilkerlinden bir de zaten okura ben gerçeğim deme gibi bir derdinin
olmamasıdır. Bunu da en açık bir şekilde Pamuk’un çıkardığı sayfalar arasındaki
serüvenlerde görebilmekteyiz. Yine aynı şekilde Pamuk merakı had safhaya
taşıdıktan sonra yolu gösterir, bir nevi seni buyur eder nakkaşhanesine. Gir ve
merak ettiğin şey her ne ise kendin ara, bul der. Bunu kimi zaman Zarif
efendi’nin katilinin bulunması için bize açık teklifte bulunmasıyla kendini
gösterir; kimi zaman da Eniştemizin yasaklı minyatürleri arasında belirir.
Zeytin’in Enişte’yi öldürme merasiminden önce aralarında geçen
diyalogda; “ ‘ Ne zaman olacak o
mucize?’ diye sordu. ‘ kör olana kadar yaptığımız onca resim ne zaman gerçekten
anlaşılacak? Hak ettiğim, ha ettiğimiz sevgiyi ne zaman verecekler bize?’
“ ‘ Hiçbir zaman!’ “
“ ‘ Nasıl?’ “
“ ‘ Hiçbir zaman istediğini vermeyecekler,’ dedim. ‘ Gelecekte daha az anlaşılacaksın.’ “
neredeyse ömürlerinin tamamını minyatür nakşetmeye verdikleri hattatların
anlaşılamama dertleri görülmektedir. Postmodernitedeki karakterlerin çoğunun
kafası karışıktır ve hiçbir zaman anlaşılamadıklarını düşünürler. Enişte’nin
katili Zeytin’e söylediği gibi “Hiçbir zaman!”
Enişte öldürüldükten sonra ruhunun yaptığı bu konuşma; “ Berzah’tan ise
geçiş ve şimdiki zaman aynı anda gözüküyor ve ruhun hatıraları içerisinde
kaldıkça bir mekan sınırlaması kalmıyor. Ama hayatın bir dar gömlek olduğu,
zamanın ve mekanın zindanlarından çıkınca anlaşılıyor ancak. Ölüler aleminde
gövdesiz bir ruh nasıl gerçek mutluluk sebebiyse, yaşayanlar arasında da en
büyük mutluluğun ruhsuz bir gövde olacağını ne yazık ki kimse ölmeden
anlayamıyor.’” İnsanın içinde yaşadığı zaman dilimi ve mekanlar insanı
kısıtlayan faktörlerdir. Ölüler aleminde ruh bedenden çıktığı zaman özgürlüğüne
kavuşur. Çünkü beden ruh için hantal bir yükten başka bir şey değildir. Ölümlü
olan bedendir, ruh sonsuz ve zamansızdır. Postmodern karakterlerin bir diğer
özelliği de düşünmekten, hayatın gerçeklerinden kendilerini geri çekmeleridir.
Mahşer-i Cümbüş’teki Utku’nun LCD hapları ve sürekli içki içerek ona anlamsız
gelen hayattan düşünceleri kafasından atarak kendini kurtarmaya çalışması gibi
burada da ruh insanı diri tutup bir anlamda yaşamı için ona bir yük yüklemesidir.
Bundandır ki ruhsuz bir gövde ne düşünmek zorundadır ne de herhangi bir
sorumluluğun altında kalma gibi bir yükümlülüğü yoktur. Enişte’nin de burada vermeye çalıştığı mesaj
postmodern bağlamda bu şekilde değerlendirilebilir. Kara’nın İstanbul’a dönerken
Enişte’ye aldığı kırmızı mürekkep şişesi Zeytin’in Enişte’yi öldürmek için
kullanacağı bir suç aleti olur. Latincede minyatür kırmızı demektir. Kırmızı
aynı zamanda tutkunun, şehvetin, arzunun bir timsalidir. Zeytin’in ısrarla
kendi portresini resmin içine yerleştirme arzusu ve bunun için hocasını, en
yakın arkadaşını bile öldürmekten kaçınmaması kırmızının tutkusunu gösterir.
Kırmızı aynı zamanda kanın rengidir. Enişte’nin kırmızı bir minyatür boyası
şişesiyle Zeytin’in hırslı hareketleriyle katledilmesi aslında Pamuk’un
özellikle bizi bir şeyler yapmamız noktasında bizi harekete geçirme, metinle
özdeşleştirme, sorgulatma amacını güttüğünü görmekteyiz ki bu da
postmodernizmin okuyucuya verdiği ödevlere kapı açar.
Osmanlı döneminde yaşanan bir cinayet olayıdır “Benim Adım Kırmızı ve ya
Benim Adım Minyatür” Pamuk bizi sayfalar arasında gezdirirken aynı zamanda
Osmanlı dönemindeki çok kültürlülük, çok milletlilik Ester ile karşımıza çıkar,
Ester alt tarafı bir bohçacı kadındır. Ama aynı zamanda o bir gönül
postacısıdır. Yuvalar kurar, gönülleri birleştirir. Aynı zamanda o başka bir
millettir. Okuma yazma bilmez, ama taşıdığı mektuplar hakkında tam teşekküllü
bilgiye sahiptir. Burada Pamuk Ester’in farklılığını duyumsatmanın yanında
Ester’in “postacılık” yaparken okumayı bildiği halde bilmedğini söylemesini ya
da Şeküre’nin kayını Hasan’a ve sevdiğini söylediği Kara’ya yaklaşırken aslında
kendileri değildir hiçbir karakter. Özellikle Şeküre’yi, Ester’i mercek altına aldığımızda yaptıkları
hiçbir şeyin gerçekten istedikleri şey olduğunun ayırdında olmadıklarıdır.
Şeküre Kara’yı gerçekten sevdiği için mi evlendiği ayırdında değil… Genel bir
pencereden bakıldığında, çok boyutlu bir
romanın katmanları arasında amansızca debelenirken, hiçbir zaman kesin bir sonuca
ulaşamadan romanın son sayfalarına ulaşıyoruz. Belki de Pamuk’un burada yapmaya
çalıştığı şey bize bir roman sunmaktan ziyade bizim romanı yazmamızı
arzulamasıdır. Peki Zeytin’in bıkmadan, usanmadan hattatları katletmesindeki
amaç sadece portrede yer edinmek miydi? Belki de Zeytin’in içindeki o arayışın
çözüm yolu burada olduğu içindi. Belki Zeytin portrede kendini bulabilirdi.
Günümüz insanın sürekli bir arayış içerisinde olması ve bir türlü bu sancılı
sona ulaşamamasının verdiği acı aslında Zeytin’in karakterinde yer edinmiş.
Zira Zeytin portrede yer alırsa işte o zaman içine girdiği arayış nihayete
ulaşacaktır. Zeytin tam buldum derken gövdesiz bir ruh olarak nihayete eriyor
kırmızıya olan tutkusu… “Üstat Osman”, postmodern edebiyatın bir diğer özelliği
farklı bir yapıta göndermede bulunma ya da olduğu gibi alıntılamadır. Osman’nın
başındaki “üstat” kelimesi de bir epigraf örneği olarak görülebilir. Üstat
Osman hattatların başıdır. Zeytin’i, Leylek’i, Kelebek’ ve daha birçoklarını o
yetiştirmiştir. Günümüzde Mason olarak bilinen tarikatın başlarındaki önemli
kişilere de “üstat” olarak hitap edilmekte. Olaylar arasındaki benzerliğe
bakıldığında Osman’a üstat yakıştırmasında bulunulması bir tesadüf olmasa
gerek. Postmodern bağlamda “Benim Adım Kırmızı”ya genel bir çerçeve çizmek
gerekirse, postmodernizmin tüm özellikleri “üstatça” kullanıldığı
söylenebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder