Postmodern anlatının had safhası
olarak nitelendirilebilecek bir eserdir Mahşer-i Cümbüş… Romanın daha ilk
sayfasındaki dizelerle başlar, modern ötesi dünyanın kapılarını açmaya.
Postmodern tekniğinden, “Hilmi Yavuz ‘Çöl Şiirleri’ Şule Güngör’e ithaf
edilmiştir…” 30 Mayıs 2000” leitmotifiyle Hüseyin Saylan merhaba der tüm arayış
halinde olan insanlara. Bu arayış sürecinde okurun durup olayları izleme gibi
bir şansı yoktur. Aramaya karar vermişsen Mahşer-i Cümbüş sayfaları arasından Hans
Christian Andersen ‘in“Topal bir kurşun asker. Yeni bir satranç takımı..?”na da
uzanman gerekecek. Saylan bir arayış
romanı yazarken postmodenizmin belirgin özelliklerinden olan metinlerarasılık
özelliğini de oldukça nitelikli bir şekilde kullanmaktadır. Mahşer-i Cümbüş’ten
Almanya’ya uzanan Saylan’ın amacı bir arayış ise Turgut Özben’e uğramadan
yoluna devam etmesi akıl kârı olmayacaktır ki bunun gayet bilincinde olan Saylan,
Niyazi ile Utku’nun diyaloglarıyla uzatır dostluk elini sayın Atay’ın
dünyasına.
“Ben senin ilacının ne olduğunu
biliyorum. Saat kaç?”
“Dokuzu geçiyor.”
“Biraz daha bekle bakalım. Gelmek
üzeredir.”
“ Turgut Özben’i mi davet ettin?”
Lakin bir yanağı öperken diğerinin
hatırı kalmasın dercesine “Korkuyu Beklerken’den Ne Evet Ne Hayır’ı da davet
eder,
“ Red mi ediyorsunuz?”
“ Teklifinizi ben iki şişe şarap
içtikten sonra arz etseydiniz belki olabilirdi.”
“Korkaksınız.”
“Ancak cesarete önem verenler bir
korkak olmaktan çekinebilir bay İvan.”
Mahşer-i Cümbüş’te. Romanlararası
geçişin yanı sıra ” Bay İvan size bir teklifim var. Kubrick’in Space Odyssey
filmini hatırlar mısınız? Jüpiter’e giden astronotlara ne olduğunun hiçbir
ehemmiyeti yoktu, tıpkı filmin sonunda hayatta kalan son astronot gibi.
Filmlerdeki bütün karakterler, izleyicinin zihninde cisimlendirilmek istenen
boşluk ve sonsuzluk algısının elinde basit araçlardı. Bir tarafta boğazı
yüzerek geçme projeniz, LSD hapları ya da hakikaten kan kanseri olma
ihtimaliniz; diğer tarafta ise kum saatlerinden, Lucifer fantezilerine, zaman
ve sonsuzluk üzerine denemelerden kenar mahalle mitolojilerine kadar uzanan
ikinci tür oyunlar. Mahşer-i Cümbüş ekibi için iki tarz oyunu birleştirebilecek
bir tiyatro metni yazmayı teklif ediyorum. Bu gece Sappho’dan ayrıldıktan sonra
aramızdan herhangi biri, herhangi bir zamanda, yeterince ilginç bir hayata
sahip olduğunu iddia ederek, kara delikleri keşfeden son astronot olmak
istediğini diğerlerine beyan edebilir. Elbette ki, metnin yazılmaya
başlanabilmesi için geri kalan iki kişinin de teklifi kabul etmesi gerekecek.
Evet, ne dersiniz beyler?” romandan alınan alıntıda görüldüğü üzere filmler,
tiyatrolar hatta Sappho gibi gerçek mekânlar arasında da geçişler olduğu
görülmektedir. Ayrıca LCD hapları kafası karışık karakterler postmodern
eserlerin en önemli özelliklerindendir. Hayat karşısında sürekli bir savaş
halinde olan kahramanlar haplara, içkilere sığınmaları bir nevi karmaşadan
kaçış olarak görürler. Utku’nun da hayatta bir türlü dikiş tuttuturamamanın
verdiği acıyı azaltmak için her fırsatta LCD haplarına ve içkiye sarılması
aslında bir kaçış ya da deliliğe duyduğu bir özlemdir. Romanın birçok yerinde birçok farklı sanat
eserine gönderme yapan Saylan özellikle karakterleri toplum içinde kendine bir
türlü yer edinememiş eserlere ağırlık vermektedir. Bu da Mahşer-i Cümbüş’ün
vermeye çalıştığı iletiye(daha doğrusu iletisizliğe) daha iyi vurgu yapmış
olur. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ındaki
Turgut Özben’i bir yüzbaşı olarak yine karşımımza çıkar.
“APOKALİPSİYA 9. KOLORDU 4. ZIRHLI TUGAYDAN MERKEZ MUHACİM KIDEMLİ
YÜZBAŞI TURGUT ÖZBEN BEN! EMRİNİZDEYİM ALBAYIM!” alıntıda da görüldüğü gibi
postmodernistlerin, mekanik dil anlayışını yerine daha kışkırtıcı, daha merak
uyandırıcı bir üslup kullanmayı tercih ettikleri görülür. Bununla,
postmodernist yapıtlar, okuyucuyu şok etmek, sarsmak, ürkütmek ve tedirgin
etmek gibi bir amaç güderek modernin alışıldık havasından çıkarmaya çalışıyor
olabilirler.
Postmodern romanların kahramanları küçük dünyaların küçük insanlarıdır.
Hatta kimi romanlarda özne de yoktur. Romanın kahramanı kimi zaman romandır.
İşte küçük insanların küçük dünyalarını postmodern dil oyunları eşliğinde
Mahşer-i Cümbüş’ün şu alıntısında bariz bir şekilde görebilmekteyiz: “…küçük bir derede minik çakıl taşlarını
aradınız mı hiç? İkinci çinko! Hostes benimdir! Kekemesin ama ağzının tadını da
biliyorsun Mehmet Efendi. Hayır, sara krizinde değilim albayım. Şuan bütünüyle
bilinçliyim. Haha ha sol melek! Emredin yüzbaşım!
Yalandanbilinçlilikmaskesitakınmagünahı yaz. Eksi kök üç tane olsun. “ Bir
önemli nokta da bilinçten bir kaçışın olduğu gerçeğidir. Hakikatle hayal,
bilinçle bilinç dışı, yalanla gerçek sürekli zıtlıklarla akıp giden küçük
olaylar dizgesi söz konusudur.
Roman boyunca karakterler arasında çatışmalar sürüp gitmektedir. Hiçbir
karakterin köklü bir yaşamı, köklü ilişkisi yoktur. Utku ile Doğa’nın
hastalıklı ilişkileri, Utku’nun yatak odası ile Sappho arasındaki dar dünyası
ve durmadan deliliğe duyduğu özlem onu kimi noktalarda yaşamın bilincinde
olmayan şizofren kılıklı biri gibi gösterebilmektedir. Halbuki burada
belirtilmek istenen kökü olmayan suni ilişkilerin ve suni yaşamların
akıntısındaki bireylerin ruh halleridir. Nitekim Utku’nun Flora’nın çizdiği
portresi üzerine geçen şu diyalogdan da anlaşıldığı gibi suni ilişkiler üzerine
kurulmuş yaşamın, suni bir dili de yarattığıdır. Saylan bunu farklı (İngilizce)
bir dilde yazıp çevirisini yapmasının temelinde de roman karakterlerinin
temelsiz ilişki ve temelsiz yaşamlarına vurgu olarak kabul edilebilir.
“ ‘Of course honey. That’a a little
reflection of your beauty.’”
( Elbette ki güzelsi hayatım. Bu
tablo senin güzelliğinin sadece ufak bir yansıması.)”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder