ÖKÜZÜN A’SI

Çağımızın en büyük  sorunlarından bir haline gelmiş olan teknoloji bağımlılığı her geçen gün gençleri biraz daha şuursuzlaştırarak yoluna devam ediyor. Teknoloji bağımlılığının ortaya çıkardığı sorunlardan en önemlilerinden biri de gençlerin okuryazarlık ve sözlü dünyadan uzak bir hayat sürmeleri. İngiliz Dili ve Düşünce Tarihi Profesörü Barry Sanders 1999 yılında Öküzün A’sı ile  ABD’nin bu sorununu; mitoloji, teoloji, tıp, eğitim ve edebiyat ile ilgili verdiği örneklerle ele alıyor. Ancak Sanders’in ABD toplumundan yola çıkarak aktardığı bu önemli noktalardan çağın bir eleştirisini görmekteyiz. Günümüzün sorgulamaktan alıkonulan zihinleri okur yazar olma noktasında bir yok oluşa doğru sürüklenmektedir. Sanders,  “Okuryazarlık, ayrı ayrı benliklerden oluşan, her biri bir vicdan tarafından yönetilen ve bir amaca yönelik yaşayan bireylerin meydana getirdiği bir topluluk yaratır. Okuma yazma insanları başkalarının yaşamlarını hayal etmeye zorlar. Okuryazar insanlar sürekli sorgular. Eleştirel düşünceye sahiptir. Çete gençliği ise yalnızca hareket eder, düşünmez.” İşte bu noktada sürü psikolojisinin getirdiği önemli noktalardan olan bir üst elin çete üyelerinin bir anlamda beyni olmuş durumda ve üst elin verdiği her direktif sorgusuz yerine getirilmektedir. Toplumun bir vicdana sahip olabilmesi için öncelikle hür ve bilinçli bir zihne sahip olması gerekmektedir. Bunun için de en önemli yol olarak okur yazar olmaktır. Kitabın sayfaları arasında dolanırken zihin kendi çabasıyla yolunu bulmaya çalışır yollar açıldıkça başka kapıların da aralanmasına vesile oluyor. Böylece her birey kendine has bir dünyayı oluşturma yolunda aktif rol üstlenmiş oluyor.
   Günümüzün vebası olarak adlandırılabilecek teknolojik araçların getirmiş olduğu sanal alemin en büyük parçasını kuşkusuz çocuk ve gençler oluşturmaktadır. Çocuğun gelişim evreleri göz önünde bulundurulduğunda dünyaya dair, hayata, nesneye dair oluşan merakı gidermek için sınırsızca sorulara çoğu zaman cevap verilmek zorunda kalır ebeveynler. İşte günümüzde en büyük “kolaylık” çocuğu bu sanal dünya ile baş başa bırakıp “uğraşmak” yerine “çenesini kapatmasını” sağlamak. ” …yetişkin çocuğu dinlemek, soracağı milyonlarca soruya ve edeceği tüm şikâyetlere katlanmak zorundadır. Elektronik bir makineden gelen ses aynı işi göremez (sf. 25 ).” “ Artık çocukların büyük bir çoğunluğu insan sesini televizyon, sinema, plaklar ve radyo aracılığıyla işitiyor: Bu harika elektronik aletlerin büyüsü sayesinde son iki üç kuşak gerçek yaşantıların yerine elektrik sinyallerini tercih eder oldu (sf… 26 ).” Bu şekilde “harika aletler” ile çocuklar gerçek dünyanın acısını, tatlısını öğrenemeden ruhsuz birer varlık olup ortada tutunmaya çalışan, belki de hiç tutunmaya bile çalışmayan bir güruh ortaya çıkıyor. Aileler sadece çocukla ilgilenmemek için bu sanal oyuncaklarla kısa vadede onlar için kar getiren durumlar uzun vadede çocukların hayatına mal olmaktadır.Çocuklar her gün ortalama beş saat, haftada yedi gün televizyon izliyorlar. Böylece insan sesini bol bol duymuş olmuyorlar mı? Talk-show’larda haber showlarda, durum komedilerinde vb çeşit çeşit konuşmaya tanık olmuyorlar mı? Gerçekten de çocuklar elektronik medyayı inanılmaz bir yoğunlukla izliyor ve dinliyorlar. Bir çocuk altı yaşından on sekiz yaşına gelene kadar toplam on altı bin saat televizyon izliyor ve ayrıca dört bin saat radyo ya da plak dinliyor ya da film seyrediyor. Bu iletişim araçlarının önünde geçirdiği süre okulda ya da ailesiyle geçirdiği süreden daha fazla (sf. 27 ).” Sander’in ifade ettiği gibi çouğun hayatına yaşam alanına ayırdığı zamanın çok daha fazlasına olmayan (sanal) hayata adıyor. “Elektronik iletişim araçlarını dinleyen biri sözellikten uzaktır; çünkü konuşmanın en önemli kuralını çiğner: Dinleyen, karşısındakinin sözünü kesemez. Oysa karşısındakinin sözünü kesme, tartışma, soru sorma, yineleme, insanların kontrolden çıkıp sonra tekrar düzene girmesi sözelliğin özünü oluşturur (sf. 27 ).” Karşılıklı etkileşimin olmadığı bu teknolojik araçlarla geçirilen zaman kişinin aynı zamanda gerçek hayatın karşılıklı iletişimi sağlayan boyutunu ortadan kaldırmaktadır. “Televizyon insan sesini öldürür. İnsanlar ekranda gördüklen kişilerle tartışamazlar. Televizyondaki görüntüler genç beyinlerin kavrayıp analiz edebileceğinden çok daha büyük bir hızla geçer. Gençler reklamlarda izledikleri şeyleri gerçek tatminle karıştırmaya başlar (sf. 27).” Sanders’in ifade ettiğinie göre televizyonun ya da teknolojik araçların başında geçirilen zaman aynı zamanda onun zihnin fiziksel fonksiyonlarının da beklenen işlevleri yerine getirememesine neden oluyor; “Bir çocuk uyanık olduğu saatlerin yansını televizyon karşısında geçiriyorsa beyninin limbik sisteminin -araştırmacıların beynin görüntü üreten merkezi olarak belirledikleri o gizemli, siibkortikal kısmın— daha yavaş geliştiğine inanıyorlar (sf. 28 ).” Öykünün çouğun gelişimindeki önemine vurgu yapan Sanders; “Öykü anlatmak, çocuğa beynimizin üçlü sisteminin her yönünü kapsayan bir imge yaratma etkinliğine girişmesi için uyarı sağlarken televizyon, çocuk beynine çift yönlü tek bir etki vererek hem uyarı hem de tepki sunar(sf. 29.)” saptamasında bulunur. “Televizyon izlemek dünyanın en kısır döngüsüne yol açar: Kişinin kendi imgelerini yaratma yeteneğini azaltarak, tıpkı bağışıklık sisteminin zayıflaması gibi, onu hazır imgelere daha duyarlı hale getirir. Televizyon izlemek aynı zamanda iradeyi de zayıflatır. Elinin altında televizyon varken bir çocuk doğal kaynaklara başvurmaya gereksinim duymaz ve can sıkıntısı gibi bir durumla karşılaşmaz( sf. 30).

   Televizyon, beyni, beynin söz ya da müziğe cevap olarak kendisinin üretmesi gereken tepkinin taklidiyle doldurur. Sonuç olarak, akıl ile çevre arasında kurulması gereken ikili yapısal ilişki kurulamaz; pek az metaforik imge oluşur; beynin üst kortikal bölgesinin pek az bir kısmı işler hale gelir… (sf. 29). Bir çocuk eğer günde ortalama iki ila dört saat arası televizyon izliyorsa ilkokulu bitirdiğinde toplam sekiz binden fazla cinayete tanık olmuş olacaktır. Ancak burada tanık sözcüğünü kullanırken dikkatli olmalıyız çünkü bu çocuk insanlığa karşı işlenebilecek en iğrenç suçun son derece grafik bir temsilini normal, alışılmış bir davranış olarak kabul etmeyi öğrenmiş, buna karşı sessiz kalmış, suç ortağı olmuştur.Televizyon, çocuğu hareket fırsatı elinden alınmış bir tanık, konuşma yeteneğine sahip ancak ses telleri kesilmiş güçsüz bir yaratık haline getirir(sf. 29 ). Sanders televizyon ve teknolojik araçların zararlarını farklı noktalara değinerek uzun uzun anlattıktan sonra dilin dünasını ve bunun çoğuk için önemine kitabın her noktasında dile getirmektedir. “Dil dünyasına bir kez girdikten sonra çocuk ne zaman bir nesne görse o nesneyi inceler, betimler, beyninde evirir çevirir ve sınıflandırır. Kendisini çevreleyen nesnelerden sanki uzakta durur. Ne kadar çok nesne görürse, çevresindeki her şeyden o kadar ayrılacaktır. Çocuk, bu dünyaya ait nesneleri gerçek birer metin gibi “okuyarak” onları aynı anda yorumlayıp inceleyerek bilince doğru adım atar. Bu süreç büyümenin en gizemli ve yanlış anlaşılmış aşamasıdır belki de. Çocuk bir benlik duygusu geliştirdikçe bu benlik vücudun dışına çıkar ve çocuğu hareket halindeyken izleyerek gözlemler(sf. 40).”
   Günümüzde ne yazık ki hızla yok olan bir nesil varlığını sürdürmektedir. Özellikle liselerin kapılarında uyuşturucu maddeler satan ve bu oyuna alet olan çocukları hemen her gün gazete ve TV haberlerinde görmekteyiz. Bu haberler verile verile artık hayati bir nokta olan bu durumlara karşı toplum da duyarsızlaşmış durumda. Sanders bu çözümsüz olarak görülen duruma çözüm önerileri sunmaktadır. “ Sorunları ne olursa olsun bu yeni post-cahilleri bir an önce iyileştirmemiz gerekiyor. Aldıkları uyuşturucularla havalanıp uçuyorlar. Yere indiklerinde toplum onları hapishaneye tıkıyor. Ama mutlaka başka bir çare olmalı. Hapishaneler dev bir toplumsal hatanın kanıtı olarak karşımızda duruyor. Çözümü başka yerde aramalıyız. Çözüm; tüm düşselliğine, tüm uçuculuğuna ve tüm görünmezliğine karşın insan sesinde yatıyor. Ses verilmiş solukta. Bu insanların istediği tek şey hissedebilmek ve kendi seslerinin vereceği güce kavuşmak ( sf. 50).” Öğretmenler çocukların okul bahçesindeki davranışlarıyla dersteki davranışları arasında kesin bir çizgi çizerler. Oyun dışarıda oynanır, ders içeride çalışılır. Oysa harflerle yaşayan bir ilişki kurmak isteyen bir çocuğun mutlaka oyuna gereksinimi olacaktır. Öğretmen dışarıdaki oyun ortamının sınıfa sızmasına izin vermek zorundadır(sf. 50). Çocuğun dünyası ile eğitim aslında bir bütün olduğunu bunları birbirinden ayrıştırmanın eğitimin yarardan çok bir hasar olmasına neden olacağı görülmektedir.
   Sanders çocuklara verilen eğitimin önemini birçok farklı noktadan ele alır ve tüm bunların toplandığı ortak nokta “okur yazar” olma vasfıdır. Çünkü dünyaya açılan penceremiz zihimizdir. Kendimizi kontrol etmemizi sağlayan, yanlışı doğruyu ayırmamızı sağlayan, bilim üretip bilimden faydalanmamızı sağlayan mucizevi araç olan zihnin iletişim aracı dildir. Dili ortadan akldırdığımızda hayata dair var olan ne varsa ortadan kalkar ve Sanders tıp, teknoloji, filoloji, eğitim vs. bilimin, hayatın her parçasından alıntılar, örnekler vererek ortak nokta olan” dil”e ulaşır. Çağımızın duyarsızlaştıran bu araçlarının yanı sıra değişen sosyal ve toplumsal ilişkilerin insan yaşamındaki yerine parmak basmakta. Olumsuz noktaların getireceği durumların daha fazla ağırlaşmadan alınması gereken önlemleri gayet açık bir dille karşımıza çıkmaktadır. Çocukların geleceğini kurtarmak, duyarsız birer robota dönüşmelerini engellemek şuanki durumun ortaya çıkmasına neden olan yine biz insanların elindedir. Eğitim ailede başlar sözüyle aile ve eğitimcilerin eş güdümlü hareketleriyle yok olmakta olan bir gençliğin tekrar kazandırılması için verilecek çabalar olumlu sonuçların görülmesini sağlayacaktır. Tüketim kültürü, savaş, kıtlık, markaların sömürme adına yok ettiği değerleri geri almak düşünebilen, okur yazar olan her bireyin görevi olarak görüldüğü zaman bu sorunlar sorun olmaktan çıkıp hayat için birer malzeme olarak kalacaklardır. Yani birer amaç olmak yerine asıl işlevleri olan birer araç olarak kalacaklardır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SUSAM VE ZAMBAKLAR