Bir ilkbahar sabahı balkona
kurulmuş ılık meltem eşliğinde ince belli bardağımdan tavşankanı çayımı
yudumlarken bir yandan da günlük gazetemdeki haberleri çayıma katık ediyorum,
derken gazetemdeki bir haber beni irkiltiyor. Elimdeki incebelli bardağım
istemsizce kayıyor, etrafa saçılan tavşankanı çayın yerini çocuk kanları
alıyor... sokaktan gelen o şen şakrak çocuk seslerinin yerini bin bir dilden
gelen feryatlar alıyor. Bir taraftan kan bir taraftan çocuk bedenlerinin her
bir uzuvlarının bir yere dağıldığı insan parçaları... Anneler kan, irin,
cesetler arasında feryat figanlarla ağıtlar yakıyor. O ılık meltemin getirdiği
sarhoş edici esintinin yerini türlü kimyasal kokular almakta... Analar kucakta
bebelerle “insanlık” abidesini yansıtan birer sanat heykeline dönüşmekte. Şimdi
bu yüce insanlık abideleri karşısında sizi eğilmeye davet ediyorum. Bu eser siz
insanların eşhasına münhasırdır. Deliler gibi alkışlayın, ağzınız kulaklarınıza
varıncaya hatta yırtılıncaya dek kahkahalarla gülün eğlenin...
Dünyanın her bir
yanında kapitalizmin çarklı dişleri arasında pervasızca parçalanan yok olan
bedenler kuşkusuz yarının büyükleri için hiç iç açıcı olmayan durumlar
doğuracaktır. Bu vahşet çarkları arasından kurtulabilen bugünün küçükleri yarın
kalkıp dünün hesabını soracaklardır. Her gün meydanlarda atılan adalet,
eşitlik, özgürlük naralarının koflaşmışlığını dünün dişli çarkları arasından
kurtulmuş olan minikler gösterecektir. Eğer bugünün büyükleri olarak insanlık
adına insanca hareket etmezsek yarının daha büyük vahşetlere dönüşeceğini ve bu
vahşetten çıkacak faturanın bizim için pek de “ucuz” olmayacağını bilmemiz
gerekmekte.
İnsanlığın dini,
dili, ırkı olmadığını haykıranların, bin bir dilden minik yavrularının cansız
bedenleri için ağıtlar yakan anaların acılarını yüreklerinde hisseden
“insanlığın” egemen olduğu, bebeklerin ölmediği, ağıtların yakılmadığı ve ılık ve coşkun çocuk sesleriyle yankılanan; sömürünün, kanın,
irinin kokmadığı nice ılık ilkbaharlara...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder