BÂB-I ŞEFKAT’TEN AŞK-I SERENAD


    Bâb-ı Şefkat, nâm-ı diğer şefkat kapısı; Darüleceze 1895’te Osmanlı sultanlarından II. Abdülhamit Han tarafından maddi imkanlardan yoksun kimsesiz ve yaşlıların her türlü maddi ve manevi ihtiyaçlarının karşılanması için kurulmuş bir dayanak, bir rahmet kapısıdır. Bir ilkbahar günü yolum düştü bu rahmet kapısına. Kapıdan geçer geçmez kocaman bir bahçe karşılıyor sizi. Bahçede sıra sıra dizilmiş uzun, kocamış ağaçlar sanki o kutsal müesesenin ruhuna uymak istercesine yılların izini taşımaktalar. Kocamış ağaçların altında oturan güler yüzlü teyzeler, amcalar derin sohbetlere dalmş yaşamın en dolu anlarını yaşamaktalar. Sanki tüm yaşam emirlerine amade olmuş, yaşamın tüm güzel anları onların mutluluğu için seferber olmuş da onlara ulaşılmaz güzellikteki anları yaşatıyorlar. Güzelim koyu sohbete dalmış yaşlı delikanlıları rahatsız etmeye gönlüm elvermiyor. Yavaş yavaş yaşlı delikanlıları ardımda bırakıp ilerliyorum. Az ileride tekerlekli bir sandalyede oturan bir amcayla karşılaşıyorum. Amcanın etrafında uçuşan güvercinlerden kimi omzuna konuyor, kimi kucağındaki tabaktan yem aşırıyor. Sakallarındaki beyazlar, yüzüne oturmuş çizgiler, amcaya koyu bir derinlik katmış. Amcaya doğru her adım atışımda biraz daha yüreğim kabarıyor, biraz daha heyecanım artıyor. Nihayet cesaretimi toplayıp selam veriyorum. Selamın hemen ardından rahatsız ettiğimi düşünüp özürlerimi sıralıyorum. Amcanın yüzünde beliren sıcak tebessüm bu sefer utanmama neden oluyor, derken bir anda kendimi amcanın yanındaki bankta oturmuş derin bir edebiyat sohbetiyle iç içe buluyorum. Bu da yetmiyor amcanın şair olduğunu öğreniyorum. Hala amcanın vurgu ve tonlamalarına dikkat ederek mağrur, kederli bir sesle okuduğu şu dizeler kulağımda çınlamakta:
                                        Hasreti Kopararak Gel
Kalbinde yanıp köz olan hasretinle,
Özlemlerinle sevgi dolu gözlerinle,
O güzel şiirlerinle,
Hasreti kopararak gel!

O unutulmaz anları yaşarcasına,
Ellerin avuçlarımda yanacasına,
Eskiden olduğu gibi mutluluklarda koşarcasına,
Tüm arzularınla, bütün susuzluğunla
Hüzünleri, elemleri, hasreti terkederek gel! *  Turan sağlamyürek (Darüleceze sakini)

   Bu güzel şiir içimi biraz burkuyor, burnumun direği sızlamakta ısrarcı bense o anki içimi yakan duygusallığı gözyaşlarımla dışarı taşırmamakta diretiyorum. Kendimi toparlayıp bu şiirin bir hikayesi olup olamdığını sorma cesaretini gösteriyorum. Amca on sekiz yaşındayken nişanlandığı sevdalısını bir trafik kazasında kaybetmiş… O günden bu yana her anı, her dakikayı, onu yaşayarak yaşatıyormuş. Her yazdığı şiirde onun ruhunu sonsuzlaştırıyormuş. Yüzümün asıldığını görünce elini omzuma attı ve “Ben bu şekilde çok mutluyum. Benim için üzülmezsen daha çok mutlu olurum.” dedi. Başımı kaldırıp gözlerinin içine baktığımda inanılmaz, ama gerçekten gencecik bir delikanlının muzip bir gülüşüyle karşılaşmamla irkilip çığlığı basmam bir olmuştu. Çünkü o yaşlı adam gitmiş yerini gencecik bir delikanlı almıştı.

    Aslında amca yine yaşlı, sakat ve güvercinlerle tek başına parkta gezinen amcaydı. Bana gerçek yüzünü o derinden duyduğu aşkta göstermişti. O çok mutluydu… Bunu yüreğinin aynası olan gözbebeklerinin derinliklerinde gördüm. Bunca yeni deneyim bana yaşamın yeni bir yüzünü göstermişti. Derin bakışlı, hayatın gerçek yüzünü yüzyıllardan nefes solumuş ağaçların arasından, uçuşan güvercinlerin kanat çırpan sesleri arasında bir daha yeni yaşamlar, yeni soluklarla tanışmak üzere, yine bir araya gelmek üzere şair amcayla sözleşip vedalaşıyoruz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SUSAM VE ZAMBAKLAR