Marcel Proust 1981-
1922 yılları arasında yaşamış ünlü Fransız yazarlarından biridir. İçinde
bulunduğu dönemi oldukça iyi bir şekilde eserlerine yansıtmanın yanı sıra tarih
boyunca bilim adına yapılmış çalışmaların da önemli bir takipçisi olmuştur. Proust’a
asıl şöhret kazandıran eseri ise içinde bulunduğu dönemin siyasi
çalkantılarından hareketle Fransa’nın toplumsal yapısındaki hareketlenmeleri
anlattığı “Kayıp Zamanın İzinde” adlı eseridir. Proust’un eserlerinin toplumca
benimsenmesi içinde bulunduğu çağın ihtiyaçlarına cevap vermesinin yanında tarih
boyunca bilim adına önemli eserler, fikirler ortaya koymuş Sokrates, Platon, Herakliatos,
Scott vb. bilim insanlarının açmış oldukları ırmaklardan beslenmesinin oldukça
büyük bir rolü vardır. “Bazı okumaların ardından gelen coşku kişisel çalışmamız üzerinde
hayırlı etkide bulunduğundan, çalışmaya koyulmadan önce güzel bir sayfa okumayı
seven birden çok yazar adı anılır. Emerson yazmaya, Platon’dan birkaç sayfayı
tekrar tekrar okumadan ender olarak başlardı ( Sf. 31 ).” alıntısında da görüldüğü
gibi Proust’un dayanakları güçlü bilimcilerdir.
Proust’un
kitapkurtlarına armağan ettiği bir diğer eseri olan “ Okuma Üzerine “ sayfaları
arasında gezinirken bir kez daha okumanın, iyi okur olmanın ne kadar büyük bir
nimet olduğunun farkına vardırıyor sizi. Eserde birey ile okur arasındaki
ilişki baştan sona kadar hakim olan temel kavramdır. “Bize
yaşanmamış gibi gelen çocukluk yıllarımızda, çok sevdiğimiz bir kitapla
geçirdiğimiz günler kadar dolu dolu yaşanmış başka zaman belki yoktur ( Sf. 5 ).”
Proust hayatı boyunca kitaplara duyduğu ilgi nedeniyle sadece kısa bir süre kütüphanede
çalışmıştır. Geri kalan ömrünü yazmakla geçirmiş, yazmak dışında herhangi bir
iş ile ilgilenmemiştir. “Okuma Üzerine” adlı eserinden alıntıladığım bu kısımda
hemen herkesin geçmişine, çocukluğuna özlem duyduğu ve aynı zamanda geçen
aradaki zamanın bizde büyük etki yaratan çocukluğumuzun silik izlerine
tutunmaya çalışmamızı da dikkate alarak bizim için büyük bir değer olan o
zamana bir kat daha değer yükleyen çocukluk kitaplarımız, öykülerimiz… Proust
insan için büyük değer olan çocukluk anıları ile çok sevdikleri kitapları, bir
daha dönüşün imkansız olduğu bir zamanla özdeşleştirip okumanın da aslında
birey için ne kadar elzem bir şey olduğunu duyumsatmıştır. Okuma üzerine kimi
zaman sohbetler yapılır, fikirler yürütülür. Bu tür konuşmalardan hareketle
Proust, “Okuma, çevremizde tanıma fırsatına sahip olabileceğimiz insanlardan
çok daha bilge ve çok daha ilginç insanlarla yapılan bir konuşmadır denir, ama
okuma, insanların en bilgesiyle bile olsa, bir konuşmaya indirgenemez. (Sf. 12
)” sözleriyle okuma, her ne kadar bilge insanlardan daha bilge bir olay olarak
görülse de bunların kıyaslanması bile söz konusu olamaz diyor. Gerçekten de iyi
bir okur için evrenin sınırları ortadan kalkar. Ama bir bilge ne kadar bilge olursa
olsun bir evreni kucaklayabilecek olağanüstü yetiye sahip olamaz. Okuma bu
noktada olağanüstü sınırlara sahip olduğu, hatta sınırsız için Proust
tarafından insanları anlamak, bilime ulaşmak için daha büyük bir güç olarak görülmüştür.
Proust’a
göre okuma ile zekâ arasında paralel bir ilişki mevcuttur. Zeka geliştikçe
okumaya duyulan ilgi gelişirken okudukça zeka gelişme göstermektedir. Yani zeka
okumayı etkilerken okuma da zekayı etkilemektedir. Gerek toplumsal hayatın
getirdiği yükler gerekse bireyin kendisiyle yaşadığı çatışmalar, sorgulamalar
sonucunda birey bir katarsise ihtiyaç duyar. Okuma bu büyük işlevi üstlenebilecek
temel faktörlerdendir. Çünkü birey doğal olarak hep bir yerlere ulaşma
çabasındadır. Kimi zaman bunu gerçek hayatta karşılaması mümkün olmayabilir
bunu da okuyacağı eserlerden karşılayabilir. Yine aynı şekilde bireyin içine
düştüğü bir olayla baş edebilecek gücü edinebilmek için okumaktan faydalanabilir.
Bireyin sosyal bir varlık olarak yaşamını tek başına sürdürmesi mümkün
değildir. “Okuma bir dostluk biçimidir. Dahası o, öteki bütün dostluk
biçimlerini çirkinleştiren her şeyden bağımsız bir dostluktur ( Sf. 24 ).” Aslında
insan “beşerdir, şaşar” sözünden hareketle her ne kadar mükemmel ilişkiler
kurmak için insanlarla bir araya gelsek ya da gelmeye çalışsak bile her zaman
bu arzumuzun gerçekleşmesi mümkün olmayabilir. Bazen elimizde olmayan
sebeplerle bazen karşımızdaki bireylerden kaynaklanan çeşitli nedenlerden
dolayı her ne kadar dostluğun en iyisini amaçlasak da bu her zaman mümkün
olmayabilir. Ama okuma ile birey arasında böyle bir engelin olması mümkün
değil. Çünkü okumanın özünde dostluk var. Okumaya başlayacağımız kitaplar oldukları
gibi bizi beklemektedir. Ve bu koşulsuz sunum en güçlü dostluklardandır. “Okuma
bizi sıktığında sıkılmış görünmekten korkmayız ve onunla birlikte olmaktan gına
geldiğinde ne dehası ne de ünü onu aniden yerine koymaktan bizi alıkoyamaz. Bu
katışıksız dostluğun atmosferi, sözden daha katışıksız olan sessizliktir. Çünkü
başkaları için konuşuruz ama kendimiz için susarız. Sessizlik, konuşmadan
farklı olarak, eksiklerimizin, yapmacık davranışlarımızın izini taşımaz ( Sf.
25 ).” Bazen insan kendinden bile sıkılır duruma gelir ya “beni benden alacak
bir şey olsa” deriz. Bunun üzerine Proust diyor ki, “Kitap okurken kendinden
biraz uzaklaşmak, seyahat etmek her zaman hoşa gider.” Biz de birey olarak var
olabilmek; bilmek, anlamak, sorgulamak, düşünmek; bilim yolculuğuna çıkmak,
bize biçilen kaftanı yırtıp sonsuz evrenle bütünleşmek… Velhasıl yaşama dair ne
varsa yaşamak için Proust diyor ki “OKUYUN.”